
KALPLERE DÜŞEN CEMRELER DÖNÜŞÜMÜ YENiDEN BAŞLATIYOR
VE SON CEMRE DÜŞTÜĞÜNE GÖRE…
Ve son cemre de düştüğüne göre dönüşüm başlayabilir. Önce havaya, ardından suya ve en sonunda toprağa düşen cemre, yüzlerce yıldır aynı tarihlerde aynı yere düşmeye devam ediyor. Doğanın bu istikrarlı döngüsü, onun benzersizliğini bize bir kez daha hatırlatıyor. Belki de insanoğlunun doğaya olan hayranlığının temelinde, onun bu düzenli devam edişi yatıyor. Peki, ilişkilerimizde cemreler nasıl düşüyor acaba?
Bir bakış, bir gülüş ya da bir söz ile kalbimize düşen o ilk cemre, bizdeki dönüşümün başlangıcı olabiliyor. Ancak bu dönüşüm, çoğu zaman doğadaki gibi düzenli değil. İlişkilerimiz çoğunlukla karmaşık, dalgalı ve kaotik. Belki de bu yüzden bir yandan doğaya, bir yandan da iç dünyamıza dönüp cevap arıyoruz. Her ilişki heyecanla başlayan, ötekinin varlığıyla şekillenen bir serüven. Ancak zamanla bu heyecan, içimize sinen kırgınlıklar ve anlaşmazlıklarla farklı bir yöne evriliyor. O noktada, içimizdeki dört atlıdan hangisini suçlayacağımıza karar vermemiz gerekiyor.
İlkbahar gelirken romantik ilişkilerin canlanması tesadüf değil. Kış boyu kendi mağarasında beklemiş ilişkilerimiz de bu uyanışla birlikte hareketleniyor. Yeni günahlara, yeni heyecanlara hazır mıyız?
SABRETMEYİ VE BEKLEMEYİ UNUTTUK
İlişki içinde olmanın ilk adımı, o uçuşan kalp tanesi sanrısından sıyrılmakla başlıyor. Heyecanla başlattığımız her yeni başlangıç, geçmişte unuttuklarımızı da beraberinde getiriyor. Ancak en zorlu kısmı, o ilişkide kalmaya devam edebilmek. Hayatımızın aşkı sandığımız kişinin aslında beklentilerimizle uyuşmadığını fark ettiğimizde, asıl mücadele başlıyor.
Modern dünyada sabır, adeta yok sayılıyor. Her şeyi hızla tüketmeye alıştık. İlişkilerimizde de aynı beklentilerle hareket ediyoruz. Sabırsızca ilerliyor, ilişkilerin zamanla değil anlık tatminlerle sürmesini bekliyoruz. Ancak zeminin ileri gittiğini fark etmeden hızla yürürken aslında yerimizde sayıyoruz. Yeni bir ilişkinin ilk kırılma anı, işte bu fark edemediğimiz anda yaşanıyor.
Yalnızlıktan kaçmak uğruna bir ilişkiye atılmak, ardından ondan da uzaklaşmak… Bu dengeyi kuramadığımız sürece bitişlere şaşırmak anlamsız. Çünkü genellikle hep başkasının ne yaptığına odaklanıyoruz, kendi davranışlarımızı görmekte zorlanıyoruz. Çocukken kafamızı yorganla örttüğümüzde görünmediğimizi sanırdık. Ama artık o yaşı geçtik, değil mi?
HEYECAN UZUN SÜRMEZ
İlişkinin başlangıcındaki heyecanın hep aynı kalacağını sanmak büyük bir yanılgıdır. Hiçbir şey hep aynı kalmaz. İlişkiler de tıpkı bir müzik gibidir; nakaratları, geçişleri, iniş çıkışları vardır. Bir şarkı gibi bazen başa döner, bazen sürpriz bir enstrüman girer, bazen ritmi değişir. Beklentimiz, o ilk anın sonsuz sürmesi olursa hayal kırıklığı kaçınılmaz olur.
Birini hayatımıza alırken, onun olduğu haliyle kabul ettiğimizi unutmamalıyız. Onu değiştirme arzusu, aslında bizi tüketen döngünün ilk adımıdır. Karşımızdakini dönüştürmeye çalışmak, ilişkinin enerjisini yavaş yavaş tüketir.
GÜVEN TEK TARAFLI OLMAMALI
Güven çok katmanlıdır. Sadece karşımızdakinden beklediğimiz bir şey olmamalı. Güven, hem bir başkasına kendimizi emanet edebilmeyi hem de onun bize güvenle kendini teslim edebilmesini kapsar. Aynı zamanda özgüvenle, kendimizi kendimize emanet edebilmeyi de içerir.
Eğer güveni sadece karşı tarafa yükleyip, sorumluluğu üzerinden atmaya çalışırsak, bu bir takım oyununu bireysel rekabete dönüştürür. Bu da ilişkiyi zedeler. İlişkide her iki tarafın da savunma alanı olmalı, bazen yalnız savaşlar verilmeli, bazen destek sadece bir omuz başı kadar yeterli olmalı. Kazanmak için, bazen kaybetmekten korkmamak gerekir.
“BİZ” OLMAK “BİR” OLMAK DEĞİLDİR
“Biz” olmak, birey olmayı bırakmak anlamına gelmez. Aksine, kendi “ben”ini kaybetmeden, karşılıklı var olabilmektir. Bir ilişkide herkesin bir hikâyesi olmalı ki, birlikte anlatacak bir bütün yaratılabilsin. Ayrı hayatların olması, birlikteliği küçültmez; aksine, besler.
Yakınlık sadece sözcüklerle kurulmaz. Bazen bir dokunuş, bir bakış her şeyi anlatır. Şefkatle ya da şehvetle, bedenin diliyle ifade edilen duygular da ilişkinin önemli parçalarıdır. Kendi bedenimizi tanımak, karşımızdakini anlamakla başlar. Dokunmak, temas etmek; duygulara sözsüz bir tercüman kazandırır.
HALDEN ANLAMAK VE KIRILGANLIK
Halden anlamak, bir ilişkideki en kıymetli erdemlerden biridir. Ancak çoğu zaman, karşımızdakini anladığımızı sanarak onun adına karar veririz. Oysa ki anlamak için sormak gerekir. “Bunu mu demek istedin?” gibi basit bir soru, iletişimde devrim yaratabilir. Tahmin etmek yerine sormak, varsaymak yerine öğrenmek, ilişkinin sağlam zeminde ilerlemesini sağlar.
Cinsellik de bu anlayışın bir parçasıdır. Keyif almak ve vermek, iki kişinin birlikte paylaştığı bir deneyimdir. Beklentisiz, yargısız, keşfetmeye açık bir alan olmalıdır.
KIRGINLIKLAR CEZAYA DÖNÜŞMEMELİ
İlişkilerde zaman zaman kırılmak doğaldır. Ancak bu kırgınlıkların konuşulmadan cezaya dönüşmesi, ilişkide görünmeyen yaralar açar. “Sen bunu yaptın” demeden önce “Ben bunu böyle hissettim” diyebilmek, hem empatiyi hem de sorumluluğu beraberinde getirir. Konuşulmayan kırgınlıklar zamanla uzaklığa, uzaklık da kopuşa dönüşebilir. Bu yüzden duygular dile gelmeli, suçlamak yerine paylaşılmalıdır.
İlişkiler üzerine bu denli derin ve incelikli düşünceler, her bireyin kendi içsel aynasında bir yüzleşmeye davetidir. İlişkiyi büyütmek de bitirmek de bizim elimizde. Ama önce neye sahip olduğumuzu ve neyi korumak istediğimizi iyi bilmeliyiz.
Yazan: Sait Alişan
Psikolog, Aile Danışmanı