
AŞK ACISI BEYNİN KİMYASINI BOZUYOR
Son zamanlarda dışarıda bir gezinti yapıp çevredeki insanları izleme imkânı bulursanız, hemen hemen herkeste bir acelecilik, sinir, tahammülsüzlük ve bencillik olduğunu görürsünüz. Neden böyle bir toplum olduk? Bu soruyu fırsat buldukça konuştuğum herkese ve hastalarıma soruyorum. Çoğundan ekonomik sebepleri içeren cevaplar alıyorum. Orta ve ileri yaş grubunun hayatı bugüne kıyasla yokluk içinde geçmiştir. O zamanları hatırlarsanız insanlar daha sevecen, daha mutlu, saygılı ve halinden memnundu. Yıldırım telefon görüşmeleri bile iki günde bir olurdu. Şimdi herkesin elinde cep telefonu var, herkes eskiye göre daha refah içinde fakat daha mutsuz.
TEK SORUN EKONOMİK SORUNLAR DEĞİL
Demek ki tek sebep ekonomik sorunlar değil. Dünyanın geldiği bu konum beraberinde birçok sorunu da getirmiştir. Teknoloji, iş yoğunluğu, ekonomik ferahlık veya yokluk, trafik, nüfus kalabalıklığı vs. özellikle büyük yaşam alanlarında toplum ruh yapısını olumsuz yönde etkilemiştir. Stres yaşam alanımızın hemen hemen her yerinde vardır. Böyle bir ortamda kişilerin ruh sağlıklarının iyi olması beklenemez. Özellikle büyük şehirlerde uyanınca başlayan stres, yatana kadar devam eder. Soğuk bir havada ince bir atletle gezen kişinin hastalığa yakalanma olasılığı çok fazladır. Hastalığa yakalanınca tedavi olunmazsa hastalık ilerler. Tedavisi daha zor bir hal alır. Günümüzün yaşama koşulları, artan teknoloji ve bunun doğurduğu sonuçlar doğal beslenememe, hava kirliliği gibi etkenler sinir sisteminin biyokimyasını değiştirir. Sinir sisteminin işleyişi bozulur. Bu durum hastanın kişiliğine bağlı olarak sinir, içe kapanma, hayattan zevk almama, uykusuzluk gibi semptomlar yapar. Çoğumuz bu semptomları yaşayınca, bu durumu delirme; kaba halk tabiri ile “tımarhanelik olma” gibi algılarız. Doktora gitmeye çekiniriz. Hastalığı kendi kendimize yenmeye çalışırız. Hasta eğer doktora gidip de ilaca başlanmışsa, çevredeki insanlar hastayı ilaç almaması konusunda uyarır; bu ilaçların sinir ilaçları olduğu söyler ve alınmaması gerektiği konusunda baskı kurar.
BU RAHATSIZLIKLAR KENDİLİĞİNDEN İYİLEŞMEZ
Gastrit, ülser, bel ağrısı gibi hastalıklar nasıl kendi kendine düzelmez ise, depresyon, anksiyete gibi sinir sisteminin yıpranmasına bağlı rahatsızlıklar da kendiliğinden iyileşmez. Mutlaka doktor kontrolünde ilaç kullanmak gerekir. Bu rahatsızlıklar tedavisi mümkün olan rahatsızlıklardır. Hastalığın tedavisi, kişinin sağlığını kazandırdığı gibi çevre ilişkilerinin de daha iyi olmasını sağlar ve yaşam kalitesini arttırır.
BEYİN DUYGULARI KONTROL EDER
Hepimiz yaşam içinde zaman zaman sinirlenir gereğinden fazla endişe duyar ve kafaya takar, üzülür, uykusuzluk çeker ve ağlarız. Bunlar aynı zamanda insan olmanın ve düşünmenin bir sonucudur. Beyin salgıladığı birçok biyokimyasal maddelerin ahenkiçinde çalışması ile duyguları kontrol eder ve görevini yapar. Aşırı strese maruz kalmak, ölüm acısı, aşk acısı, hayatımızda olan hayal kırıklıkları ve olumsuzluklar beynimizin tüm biyokimyasını bozar. Bu bozulma olan bazı belirtilere bir göz atalım, sizde de var mı?
• Öfkemizi kontrol edememek,
• Gün içinde dayanması zor iç sıkıntısı çekmek,
• Uykusuzluk,
• İçimizde daima bir şey olacakmış gibi endişe yaşamak,
• Hayata karşı isteksizlik ve hiçbir şeyden zevk almama,
• İştah kaybı ya da aşırı yeme isteği,
• Vücudumuzda var olan ağrıların artması ya da yeni ağrılar oluşması…
SİNİR SİSTEMİNİ TEDAVİ ETMEK İÇİN İLAÇ ŞART
Bu belirtileri sayfalarca yazabiliriz. Evet yukarıda saydığım belirtiler belli bir sürenin üzerinde seyrediyorsa işleyişi bozulan bu biyokimyasal maddelerin tekrardan eski haline getirilmesi gerekir. Çoğumuzun “Ne gerek var ilaca, ben deli miyim, kendi kendime düzelirim, ilaca bağlı olmak istemiyorum” gibi bahaneler üreterek reddettiği tedaviyi olmamız gerekir. İnsülin eksikliğinde şeker hastalığı, dopamine eksikliğinde Parkinson, tiroid hormon eksikliğinde guatr gibi birçok bildiğimiz hastalık oluşur ve ömürboyu alacağımız ilaçlara itiraz etmek aklımızın ucundan bile geçmez. Diyelim ki şeker hastalığınız var. Her gün bir ilaç ile kontrol altında, akşamları beş baklava yerseniz şekeriniz yükselir. Siz doktora “Kardeşim ilaç alıyorum, neden şekerim yükseldi” diyebilir misiniz? Şeker yenince ilaca rağmen şekerin yükseldiğini hepimiz biliriz. Sinir sistemi bozukluğu hücrelerimizde en fazla tahribat yapan ve işleyişi bozan etkenlerin başında gelir diyebiliriz. Bu bozukluk hem beyne hem de diğere organlara zarar verir. Duygu durum bozukluğunda hem kendimize hem de etrafımızdaki kişilere zarar verir. O halde sinir sistemini tedavi etmek için ilaç almak şart. Tedavinin uzun olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Altı aylık tedavi diğer hastalıkların üç gününe denk gelir. En az altı ay tedavi olmak gerekir.Bu süre uzun olduğu için çevreden gelen olumsuz tavsiyeler ki bunlar “Bu kadar uzun ilaç kullanılır mı? Sen deli misin? Bırak bu ilaçları” gibi söylemlerle bizi etkiler ve tedavi yarım kalır. Ayrıca doktor tarafından hastaya tedavinin süresi bakımından uyarı yapılmazsa hasta uzun süre ilacını kullanmak istemez.
“AŞK HASTALIĞI” EN SIK GÖRÜLEN TAKINTIDIR
Aşk, beyindeki feniletilamin denen maddenin salgılanması ile başlayan ve birçok biyokimyasal maddenin etkisi ile karşı cinse oluşan, beğenme, birlikte olma, yanından ayrılmama, coşku, hiçbir şeyi umursamama, cinsel istek gibi yoğun duygulardır. Aşk bir tür takıntı hastalığıdır! Aşk, mantık çerçevesinde yaşanırsa insanı mutlu ve huzurlu yapan, heyecan veren, beyni zinde tutan bir duygudur. Fakat buduygunun da bir süre sonra normale dönüp yerini, sevgi beğenme ve saygıya bırakması gerekmektedir. Tabi bunun için duyguların karşılıklı yaşanması gerekir. Fakat bazen duygular tek taraflı olur. Kadın veya erkeğin karakterine bağlı olarak, ‘sevgiliye ulaşmak’ takıntı haline dönüşür. Her zaman karşı cins düşünülür, hayatın tek odağı hale gelen sevgiliye kavuşamamanın verdiği sıkıntı ruh yapısını bozar. Toplumdan kendini soyutlama, uykusuzluk, boş verme, bazen aşırı sinir, kendine olan güveni kaybetme gibi istenmeyen durumlar oluşur. Bu hasta ruh yapısının tek amacı, ne pahasına olursa olsun karşı cinsle benzer duyguları yaşamaktır. Kişi duygularına mantığı ile yön veremez.
AŞK İLE AŞK TAKINTISI AYNI ŞEY DEĞİLDİR
Bazen birlikte olmanın imkânsız olduğu durumlar vardır. İlk defa gördüğü ve hiçbir şekilde sosyal açıdan beraber olunamayacak bir kişiye âşık olmak ve hep onu düşünmek gibi. Örneğin, öğrencinin öğretmene âşık olması, starlara âşık olmak, duyguları tek taraflı yaşamak ve bunu kabullenmemek gibi… Kim kendi kendine duygusal olarak eziyet etmek ister ki? Aşk da salgılanan hormonlar da bir süre sonra etkisini yitirir. Aslında aşk ile aşk takıntısı aynı şey değildir. Kısacası, aşkta mantık çerçevesinde önlenemeyen yukarıda saydığım belirtiler varsa aşk, takıntıya dönüşmüş demektir. Bu durum aşkın kutsallığını ifade etmez. Kişi mutlaka tedavi olmalıdır. Çünkü bu noktada aşk beyne zarar verir.
BEYNİN KARMAŞIK İŞLEYİŞİNİN BİR SONUCU
Bazen de aşk duygusunun sona ermemesi iki tarafı ya da duygusu daha baskın olan tarafı aşırı kıskanç yapar. Partner âşık olduğu kişiden başka hiç kimsegüzel veya yakışıklı, seksi değildir. Herkesin gözü partnerindedir. Bu hastalıklı duygu kıskançlığa sebep olur. Tabii ki kıskançlık partnerler arasında olmalıdır ve kaçınılmaz bir duygudur. İki taraf da sınırlarını çizmelidir. Fakat kronik ve hastalıklı aşkta bu duygu aşıkların birbirine zarar vermesine yol açar. Hatta bu duygudan dolayı cinayetlerin işlendiğine hepimiz şahit oluyoruz. Aşk, sadece duygusal bir deneyim değil, aynı zamanda beynin karmaşık işleyişinin bir sonucudur. Beyinde meydana gelen nörolojik ve biyokimyasal süreçler, aşkın gücünü ve etkilerini anlamamızda önemli bir rol oynar. Bu durum, obsesif kompulsif bozukluğa yani halk dili ile takıntı hastalığı dediğimiz duruma benzer belirtilerle kendini gösterebilir. Sevdiğiniz kişi hakkında sürekli düşünmek, onunla ilgili hayaller kurmak veya hayatınızdaki diğer şeyleri göz ardı edecek şekilde bu kişiye odaklanmak, serotonin seviyesindeki bu dalgalanmaların bir sonucudur. Sadece aşkın kimyası yukarıda salınan hormonlarla ilgili değildir. Erkeklerde bulunan seks hormonları vs. bu dönemde etkilenen hormonlardır. Belli bir süre sonra bu hormonlar ve biyokimyasal maddeler normale dönmezse tedavisi zor aşk hastalığı başlar.
AŞK HASTALIĞININ TEDAVİSİ ZOR
Aşkın ömrünün toplam süresinin 2-3 yıl olduğu saptanmış. Aşk için gerekli olan maddeler bu süre içinde azalmaya ve âşık olunan kişinin hataları birdenbire görünmeye başlar. Aslında âşık olunan insan değişmiyor âşık olan kişi mantık çerçevesinde değerlendirmeye başlıyor. Aşk hastalığının tedavisi zor ve zahmetlidir. Uzun bir tedavi ve psikoterapi dönemi gerektirir. Oluşan semptomlar vücudumuzda değişen biyokimyasalların etkisindedir. Kişinin kendi iradesinde değildir.
Vücudumuzda yükselen şekere, düşen insüline, tiroid hormonlarına nasıl müdahale edemiyorsak ve bu maddelerin azlığının veya fazlalığının belirtilerini yaşayıp sonunda tedavi olmak zorunda kalıyorsak, aşkta da yükselen veya düşen biyokimyasalların etkisini yaşayıp tedavi olmamız gerekir.
TMS “ANILARI SİLDİRME” İŞLEMİ DEĞİL
Leyla’ya duyduğu efsanevi aşkla çöllere düşen Mecnun, Şirin’in sevdası uğruna dağları delen Ferhat, Aslı’ya duyduğu aşktan için için yanarak kül olan Kerem… Efsanelere, birçok şiire ve şarkıya konu olacak kadar taktir edilecek bir olay değildir. Bu zavallılar aşk hastalığına yakalanmış ve ömrünün sonuna kadar kurtulamamış, bugün olsa tedavi olup hayatın akışında belki başka başarı efsaneleri yaratacak kişilerdir. Özetle aşk kaçınılmaz bir gerçektir. Belli bir süre sonra yerini başka duygulara bırakmıyorsa hayatınızı etkiliyorsa, size, işinize ve çevrenize zarar veriyorsa tedavi olmak şart. TMS Tedavisi hastalar arasında “anıları sildirme” olarak tariff edilir. Fakat TMS Tedavisi takıntılardan kurtulmak için yapılan bir tedavidir. Aşk takıntısını da TMS Tedavisiyle yenebiliriz.
Prof. Dr. Serdar Dağ
Beyin ve Sinir Hastalıkları Uzmanı